24 Kasım 2014 Pazartesi

Hakikatimiz ve Hakîkatimiz Sandıklarımız Üzerine

 Öncelikle, dört günlük bir düşünme sürecinin ardından gelen dinelmiş düşünceler ve kutsanmış; eski şarkıların eşliğinde yazıyorum bunları sana.


 Ruhumuzun temeline nasıl da sokmuşuz ödülü ve cezayı. Nasıl da bekliyoruz bir davranışın övülmesini, yerildi ise nasıl da kapanıyoruz kendimize? Nasıl da o bazı sınırları geçmiyoruz-geçemiyoruz? Fazlasıyla temiziz her birimiz kendimize göre çünkü. Çook temiziz, herkes kirli! Kısasa kısas usûlü ile, hayatımız geçiyor.



 Dönüp dolaşıp kendimize varıyoruz. Çünkü yok başka gidebilecek yerimiz. "Bedel" istiyoruz. Sonra fark ediyoruz, istememeliyiz. Kendimize öyle kızıyoruz ki; "hadi" diyoruz, "çemberimin başladığı o noktaya yeniden döneyim! Ne güzel bir noktaydı orası!" Hâlbuki sevdiğimiz, o başlangıçlar... Bir bedel gibi kabûl ederiz gerisinden geleni. "Ödül" ederiz bir sonraki "çemberin gelişini". Nietzche demişti, hatırla, hâlbuki: "Nerede duyulmuş ki, bir annenin çocuğunu seviyor diye bedel istediği?"



 Biz, kısasa kısasın hâlâ derinliklerimizde olduğunu hissettiğimiz anda sonuna kadar götürdük, birbirimizi tamamen inkâr etmek istedik ki, kaybettiğimiz şeyi başka gözlerle arayabilelim. Evet o zaman Kutsal Kitap'ı boşuna okumadığımızı anladım. Kutsal Kitap bizi kurtardı.