Bazen kitap yiyorum. Hatta kitapların üzerinde yürüyorum. Uzun süre başıboş dolaşarak kendimi o sayfadan bu sayfaya fırlattım. Bu şehirde, kimsenin beni umursamadığı bu loş memlekette beni bir tek kitap okumak sakinleştiriyordu. Saatler akıp giderken, insanları izlerdim: Penceremin önünden geçip aceleyle işe koşturur, ya da dünyanın en önemli meselesi hakkında çok mühim görüşler ortaya atıyormuşçasına abartılı mimik ve jestlerle telefonda konuşurlardı. Hoş, virüsten korunmak için taktıkları o maskelerin ardında, yüzlerinin alt yarısını artık yalnızca hayalimde canlandırabiliyorum. Moralim bozukken bana dil çıkardıklarını zannediyorum mesela. Bazen de sebepsizce mutlu olduğumda, ya da sebepli, geleceğim o konuya, hafifçe gülümsüyor gibiler. Mona Lisa’nın gülüşü gibi, dudaklarının iki ucunda ufacık bir kıvrımlanma oluyor mudur tüm insanların? Sanmam. Şurada onunla ilgili bir kitap olacaktı. Eskiden yaşamımı raftan çekip aldığım kitaplar yönlendirirdi, günüm o seçimle şekillenirdi.
Yaz başında
yine içimden kitabı açıp resme bakmak geçti. Susamış gibi kitaplığa koştum. Taptaze,
ışıklı renkler… Sanki sayfadan Mona Lisa’nın resmini yaptırdığı günkü heyecanı
fışkırıyordu. Bu gülüşte beni kendisine çeken bir şey vardı. Oysa ne toplumsal normlara uygun bir güzellik
vardı karşımda, ne de bu dünyada böyle bir mütevazılığı içtenlikle sevebileceğine
daha önce inanmadığım milyonlarca insandan biri gibi hissediyordum. Ne
yapıyordu bu resim bana böyle? Düşündüm, bulamadım. Düşünmemeye çalıştım.
Başaramadım. Ertesi sabah kitabın kapağını yeniden açtım. Penceremin önünde sil
baştan koşturmalar… Birden Mona Lisa’nın günlük yaşamında ne yaptığını merak ettim.
Onu oyalayan etkinlikler nelerdi? Oyalanmak ihtiyacını duyabileceği denli boş
zamanı kalıyor muydu acaba? Hava rüzgârlıydı, pencerenin kenarlarındaki
boşluklardan dolan hava, odanın içini gizemli bir müzikle doldurdu. Şimdi Mona
Lisa karşımda, elinde bir süpürge, dans ediyordu. “Hadi oradan! Zengin bir
kadının elinde süpürge ne gezer!” diye düşünüp, güldüm kendime. Sandalyemden
kalkıp pencereye doğru yürüdüm.
Bilmiyorum
ki, ne yapıp edip konuyu dağıtma sebebim nedir. Tamam tamam. Biliyorum.
Yalnızca itiraf etmek için biraz daha zamana ihtiyacım var. Belki birkaç
dakika... İtiraf etmek istemediğim şeyi düşününce bile kalp atışlarım hızlandı
zira. Birkaç kez daha pencerenin önünden insanlar aksa, birkaç kez daha elinde
süpürge gözlerimin önünde dans etse? En sonunda tüm kudretimle kendime
açılacağım, gerçekten. Her zaman da böyle değildim üstelik. İnsanlarla birlikte
geçirdiğim günler vardı. Birdenbire onlardan çektim kendimi. Fark ettim ki,
kitaplar kederli zamanların olduğu kadar mutluluk dolu günlerin de yoldaşı.
Üstelik beni incitmezler. Ama işte, üstesinden gelemedikleri bir konu var ki, o
da…
Bütün yaz
mevsimi pencerem açık kitap okudum. İnsan ve insanın sebep olduğu gürültüler
kitaplarla ördüğüm dünyama sızacaktı ama hava sıcaktı, yapacak bir şey yoktu.
Bu şehrin yazları çok zor geçiyor. Özellikle de evinden çıkmayan benim gibi biri
için... Öyle ki kitapların üzerinde parmaklarımın bıraktığı yuvarlak ve ıslak
noktalar oluşuyor. Öyle sıcak bir gündü işte; elimde kitabım, sandalyemde
oturuyordum. Bir an geldi, gözlerimi kucağımdaki kitaptan kaldırıp penceremin
önünde durmuş kitaplığıma bakmakta olan kadını fark ettim. Dudaklarının uçları…
Kıvrılmış. “Mona Lisa!” diye fısıldadım. Ne dediğimi duyamayacak kadar uzağımda
olmasına rağmen bana baktı ve gülümsedi. İki küçük kıvrım… Binlerce düşünce
durdu, ıslak parmak izleri kurudu, elimdeki kitabı sandalyeme bıraktım.
Heyecanla iki üç dakika kadar onunla çene çaldım. Kelimelerin ağzımdan ne kadar
rahat çıktığına inanamıyordum. Kendimi onunla konuşurken duymak, bedenimden
yükselip yukarıdan kendime bakmak gibiydi. Mona Lisa’nın dudaklarının kıvrımı
işte bunu söylüyor olmalıydı. Bu karşılaşmanın yol açtığı sonsuz olasılıklar
içinde kendimi duyumsadım. Havada yüzen bedenimin aşk anahtarıyla açıldığını,
dudaklarımın aynı anda kıvrıldığını hissettim: Anlamıştım gizemini.
Sanki
orada, o pencerede yıllarca yaşamı gözleyen ben değilmişim gibi, kendime ve
yaşadıklarıma anlam vermeye başlamıştım. Okuduklarım, yaşadıklarıma dönüşmüş ve
tüm o öyküler, masallar ve sanatlı sözlerden akıp toplanan olağanüstü ilhamın
ertesinde kalbimi çalan Mona Lisa’mı bulmuştum. Az sonra kapı çalacak ve
açtığımda karşımda onu göreceğim. Yüzünde ilk bakacağım yer dudaklarının iki
ucu olacak. Yalnızca sizin anlayacağınız
tarifsiz bir hisle…