Diğer
türleri “muhafazakâr” olarak sınırının dışına itme tehlikesine sahip bir
kavramdır “deneysel edebiyat.” Bir kavrama isim koyarken onu sınırlandırmak
zorunda olmanın yaşamın ne büyük bir parçası olduğu düşünülürse; bu eleştirinin
ana konularından olan “sınırlandırmanın,” sık sık “belirleme” hatta “isim koyma”
anlamlarına gelebileceği fark edilebilecektir.
Deneysel
edebiyatın “oyuncu” türlerinden önemli bir tanesi olan Oulipo Akımı’nın tanımı
-kurucu babaları François Le Lionnais ve Raymond Queneau’dan bazen birine,
bazen de yekdiğerine nispet edilen- şu kısa cümledir: Firar etmeyi
tasarladıkları labirenti inşa eden sıçanlar![1]
Kendi
labirentini kurup çıkmaya çalışan bu “oyuncuların” başı Raymond Queneau, kitabı
Biçem Alıştırmaları’nda bir öyküyü olabildiğince çok farklı şekilde yazarak,
okuyucunun dikkatini üslûp üzerinde toplamayı hedeflemektedir.
Queneau’nun
biçemle oynamasında kuşkusuz bu konudaki ustalığı önemli yer tutmaktadır, diğer
yapıtlarına bakıldığında öykülerine yer olarak banliyöleri ya da metroları
seçtiğini görecek okur için şu bilgi sürpriz olmayacaktır: Biçem Alıştırmaları’nın
ana öyküsünün -yani kendisinden doksan dokuz farklı biçimde öykü çıkarılmış
olan ana öykünün- yeri olarak bir otobüs seçilmiştir. Ana öyküde olup biten
şundan ibarettir: Otobüsün yolcularından biri, içeride ilgisini çekecek farklı
görüntülü bir başka yolcuyu aramaktadır. En sonunda kendince tuhaf şapkalı bir
tane bulur ve bu adamı incelemeye başlar. Şapkalı adam, bir diğeriyle ayağına
bastığı için tartışır. Daha sonra da korkarak uzaklaşıp bir yere oturur.
Meraklı/meraksız ve doksan dokuz farklı özellikte olabilecek gözlemci, bir süre
sonra bu adamı otobüsün camından yine görür.
Bu
“sonu yok mu yani?” dedirten öykü ya da öykü parçası, Quenau gülmecesinin zekice
bir parçası özelliğini taşımakta olabilir. Nitekim, kitabın çevirmeni Armağan
Ekici de, Queneau’nun köklü kötümserliğini; üslûbuna yansıttığı gülmecedeki
ustalığı ile sakladığını belirtmiştir. Bu bilgiyi dikkate alarak, yazarın sık
işlediği sıradan insan yaşamında, ne gibi belirli sonsuzluklar ve belirsiz
sonlar olabileceğine dair bir gülmeceyi de şöyle kurmuş olması olasıdır: Askıda
bırakılmış bir öykünün defalarca ama başka türlü anlatımları yoluyla ve yaşayan
çok iyi editörlerin varlığına sırtını yaslayarak.
Armağan
Ekici kitabın “çevirmeni” olarak bana çevirmen kelimesini tırnak içine
aldıracak denli iyi bir iş çıkarmıştır. Queneau’nun sinematografik düşünce
gücünü çok iyi çözümlediği ve zeki yerelleştirmeleri ile Quenau ile birlikte
“oynamakta” olduğu bu kitapta, dile ve biçeme hakimiyetiyle Ekici, okuyucuya
göz kırpmaktadır.
Bu
eleştiriye sığmayan ve aslında sığması gerektiği düşünülmeyen soru şudur:
Armağan Ekici’nin dediği gibi; sınırlandırma, yaratıcılığı artırır ve hatta
yazarı yaratıcı olmaya zorlar mı? Yoksa aksine onu kısıtlar mı? Bu eleştiride sözü
geçen yazar, kitap ve bağlı bulunduğu akım bu konuda eleştiriler almış ve almaktadır.
Edebiyat kuramlarına düşkün olsun veya olmasın, bu sorunun cevabını vermek
isteyen her okurun Biçem Alıştırmaları’nı okuması gerekmektedir. Azmodern
Kahraman olarak yaratıcılık ve Oulipo konusundaki düşüncem Armağan Ekici’den
yanadır. Sözün kısası; bir öyküyü doksan dokuz farklı biçimde yazabilmek
yaratıcılığı kısıtlamaksa, o yaratıcılığın kısıtlanmamışını bir an önce okumak
isterim!
[1]Oulipo:
Yaratıcılığın Sınırlandırmayla İmtihanı, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerince
çıkarılan deneysel edebiyat dergisi Kırtıpil, Sayı 1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder