29 Nisan 2014 Salı

Sınırlar Yaratmanın Yaratıcılığı (Biçem Alıştırmaları Üzerine Bir Eleştiri)

Diğer türleri “muhafazakâr” olarak sınırının dışına itme tehlikesine sahip bir kavramdır “deneysel edebiyat.” Bir kavrama isim koyarken onu sınırlandırmak zorunda olmanın yaşamın ne büyük bir parçası olduğu düşünülürse; bu eleştirinin ana konularından olan “sınırlandırmanın,” sık sık “belirleme” hatta “isim koyma” anlamlarına gelebileceği fark edilebilecektir.

Deneysel edebiyatın “oyuncu” türlerinden önemli bir tanesi olan Oulipo Akımı’nın tanımı -kurucu babaları François Le Lionnais ve Raymond Queneau’dan bazen birine, bazen de yekdiğerine nispet edilen- şu kısa cümledir: Firar etmeyi tasarladıkları labirenti inşa eden sıçanlar![1]

Kendi labirentini kurup çıkmaya çalışan bu “oyuncuların” başı Raymond Queneau, kitabı Biçem Alıştırmaları’nda bir öyküyü olabildiğince çok farklı şekilde yazarak, okuyucunun dikkatini üslûp üzerinde toplamayı hedeflemektedir.

Queneau’nun biçemle oynamasında kuşkusuz bu konudaki ustalığı önemli yer tutmaktadır, diğer yapıtlarına bakıldığında öykülerine yer olarak banliyöleri ya da metroları seçtiğini görecek okur için şu bilgi sürpriz olmayacaktır: Biçem Alıştırmaları’nın ana öyküsünün -yani kendisinden doksan dokuz farklı biçimde öykü çıkarılmış olan ana öykünün- yeri olarak bir otobüs seçilmiştir. Ana öyküde olup biten şundan ibarettir: Otobüsün yolcularından biri, içeride ilgisini çekecek farklı görüntülü bir başka yolcuyu aramaktadır. En sonunda kendince tuhaf şapkalı bir tane bulur ve bu adamı incelemeye başlar. Şapkalı adam, bir diğeriyle ayağına bastığı için tartışır. Daha sonra da korkarak uzaklaşıp bir yere oturur. Meraklı/meraksız ve doksan dokuz farklı özellikte olabilecek gözlemci, bir süre sonra bu adamı otobüsün camından yine görür.

Bu “sonu yok mu yani?” dedirten öykü ya da öykü parçası, Quenau gülmecesinin zekice bir parçası özelliğini taşımakta olabilir. Nitekim, kitabın çevirmeni Armağan Ekici de, Queneau’nun köklü kötümserliğini; üslûbuna yansıttığı gülmecedeki ustalığı ile sakladığını belirtmiştir. Bu bilgiyi dikkate alarak, yazarın sık işlediği sıradan insan yaşamında, ne gibi belirli sonsuzluklar ve belirsiz sonlar olabileceğine dair bir gülmeceyi de şöyle kurmuş olması olasıdır: Askıda bırakılmış bir öykünün defalarca ama başka türlü anlatımları yoluyla ve yaşayan çok iyi editörlerin varlığına sırtını yaslayarak.

Armağan Ekici kitabın “çevirmeni” olarak bana çevirmen kelimesini tırnak içine aldıracak denli iyi bir iş çıkarmıştır. Queneau’nun sinematografik düşünce gücünü çok iyi çözümlediği ve zeki yerelleştirmeleri ile Quenau ile birlikte “oynamakta” olduğu bu kitapta, dile ve biçeme hakimiyetiyle Ekici, okuyucuya göz kırpmaktadır.

Bu eleştiriye sığmayan ve aslında sığması gerektiği düşünülmeyen soru şudur: Armağan Ekici’nin dediği gibi; sınırlandırma, yaratıcılığı artırır ve hatta yazarı yaratıcı olmaya zorlar mı? Yoksa aksine onu kısıtlar mı? Bu eleştiride sözü geçen yazar, kitap ve bağlı bulunduğu akım bu konuda eleştiriler almış ve almaktadır. Edebiyat kuramlarına düşkün olsun veya olmasın, bu sorunun cevabını vermek isteyen her okurun Biçem Alıştırmaları’nı okuması gerekmektedir. Azmodern Kahraman olarak yaratıcılık ve Oulipo konusundaki düşüncem Armağan Ekici’den yanadır. Sözün kısası; bir öyküyü doksan dokuz farklı biçimde yazabilmek yaratıcılığı kısıtlamaksa, o yaratıcılığın kısıtlanmamışını bir an önce okumak isterim!




[1]Oulipo: Yaratıcılığın Sınırlandırmayla İmtihanı, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerince çıkarılan deneysel edebiyat dergisi Kırtıpil, Sayı 1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder